Bölüm 06:
“Eyvah! Şimdi Neredeyiz?”
Kristal piramitler ortalığı rengarenk bir ışık demetiyle doldururken bir yandan da patlamadan yayılan ışık genişliyordu. Taş ve toprak dışında kalan her şey sanki eriyip yok olurken beyinleri sarsan bir uğultu da gittikçe yayılıyordu.
Oğuz, piramitlerden yayılan ve gözlerini kamaştıran ışık hüzmeleri azalınca gözlerini iyice açtı. Suhan’ı ve Asya’yı görünce sevinerek gülümsedi. Onlar da şaşkınlık içerisinde Oğuz’a bakıyorlardı.
“Kurtulduk. Niye öyle şaşkın şaşkın bakıyorsunuz?”
Dedi. Bu arada arkasından bir el Oğuz’un omuzlarına dokundu. Oğuz korkuyla arkasına dönünce Asya’nın ve Suhan’ın neden şaşkın şaşkın baktıklarını anladı. Aytunç gülümser bir vaziyette karşılarında dikiliyordu.
“Nasıl oldu bu?”
Diye sordu Asya.
Aytunç ellerindeki piramitleri göstererek:
“Nasıl oldu ben de anlamadım. Sizler gittiniz ama ben kalmışım. Sonra Suhan’ın hazırladığı düzenekten sizleri seyrettim. Bir ara ışıklar, görüntüler ve sesler birbirine karıştı ve şimdi burdayım.”
Suhan arkadaşlarının dikkatini çekmek için çevreyi gösterdi:
“Ve şimdi hep beraber başka bir yerdeyiz arkadaşlar. Nerede ve hangi zamandayız öğrenmemiz lazım.”
Henüz şaşkınlıklarını üzerlerinden atmamışlardı ki çevrelerinde koşuşturan insanları fark ettiler. Büyükçe bir meydana giden taş bir yolun kenarında duruyorlardı. Bellerinde kılıç taşıyan iri yarı, sarıklı iki kişi yanlarına yaklaştı.
“Siz de mi gösterileri seyredeceksiniz bre gavur dostlar? Siz meydanın karşı tarafına geçeceksiniz. Zira sultanımızın buyruğu bu şekildedir. Gayri müslüm teba orada toplanıyor.”
Garip ifadelerle birbirine bakan arkadaşlar asker olduğu tavırlarından belli olan sarıklının eliyle gösterdiği yöne doğru yürümeye başladılar.
“İstanbul’da ve Osmanlı dönemindeyiz anlaşılan. Kıyafetlerimiz de o günün müslümanlarından çok gayri müslümlerine benzediği için ses çıkarmadan denileni yapalım arkadaşlar.”
Suhan’ın uyarısıyla hızlanarak meydanın gösterilen bölümüne doğru yürüdüler. 90 – 100 civarında gayri müslümün arasına karıştılar. Şöyle hafif arkaya doğru geçtiler. Suhan biraz sessiz bir şekilde:
“Arkadaşlar, burada bizim kendilerinden olmadığımızı çok kısa sürede fark ederler. Bir an önce Türkler gibi giyinip kalabalığa karışmalıyız.”
Arka taraftan yavaş yavaş sıvışarak meydandan çıktılar. Çantalarından çıkardıkları farklı giysileri giymeye başladılar. Diz üstüne kadar inen gönlekleri ve şalvar benzeri pantolonlarıyla halktan pek farklı görünmüyorlardı. Oğuz hızla yakınlarında bulunan camiye doğru koşarak girdi. ‘Ne oluyor.’ Diye düşünmeden Oğuz’un ellerinde kumaş gibi şeylerle geldiğini gördüler.
“Camilerde kadınlar için baş örtüleri ve erkekler için de sarıklar bulunur. Tek eksiğimiz de bunlardı.”
Asya saçını toplayarak baş örtüsünü taktı. Aytunç, Suhan ve Oğuz da başlarına taktıkları takkelerin etrafını sarıkla sarmaya başladılar.
Meydan hayli kalabalıktı. Halk meydanın çevresinde toplanırken meydanın da ortasında padişah ve üst düzey yöneticiler yer almışlardı. Sarıklı askerlerin taşıdığı büyük büyük metal parçalar meydanda hazırlanan bölüme getiriliyordu.
Aytunç biraz ilerisinde duran birisinin omzuna dokunarak:
“Ne oluyor burada? Ne yapacaklar onları?”
Diye sordu. Adam saygıyla başını eğerek:
“Aman hocam. Gökyüzüne uçacaklar bugün. Hem de metalden yaptıkları bir kuş ile uçacaklarmış.”
Uzun sakallı adam yanındakilerin omuzlarına vurarak:
“Bakın medresedeki hocalar da gelmişler buraya. Demek ki gerçekten uçacaklar bunlar.”
Diyerek Aytunç’u, Oğuz’u, Suhan’ı işaret etti.
Herkes onlara bakmaya başladı. Her bakan saygıyla başını eğiyor ve onları meydana daha yakın ön tarafa doğru çekiyorlardı.
Halkın içindeki bu hareketliliği fark eden askerler hemen oraya yöneldiler. Üç askerden ortadaki olan elini kaldırarak:
“Ne oluyor burada? Nedir bu hareketlilik?”
Deyince uzun sakallı adam askerlere Suhanları göstererek:
“Aman ağam. Aramızda medrese hocalarını görünce onları ön tarafa almak istedik.”
Dedi. Askerlerden ortadaki saygıyla eğilerek:
“Aman efendim sizlerin burada ne işi var. Sizlere meydanda yer ayrıldı zaten. Sultanımız duyarsa bizden bilir de kelleleri kaybederiz vallahi.”
Dedi. İki askerin yol açması ve ortadakinin de öncülük etmesiyle meydanda medrese hocalarına ayrılan bölüme getirildiler.
Diğer medrese hocalarının tanımaz bakışları arasında hazırlıkları izlemeye koyuldular.
Oğuz arkadaşlarına doğru hafifçe eğilerek:
“Sanırım 4. Murad dönemindeyiz. Roketli uçuş denemelerine denk gelmiş olmalıyız. Şu işin başında görünen adam da Lagari Hasan Çelebi olmalı.”
Asya başını çevirmeden fısıldayarak:
“Hazerfen Ahmet Çelebi değil miydi o?”
Diye sorunca Oğuz yine kısık sesle:
“Hayır. O kanat takıp uçmuştu. Burada roketle uçuş yapılacak.” Üstelik o Üsküdar’dan Galata’ya kadar uçmuştu. Şimdi Tophane sırtlarında olduğumuzu sanıyorum.”
Bu sırada meydandaki kalabalık çevreye doğru çekilmeye başladı. Sultan Murad da medrese hocalarına doğru geliyordu.
-Bölüm Sonu-
Mesut Hekimhan
Eğitimci Yazar
mesuthan@gmail.com